
Fizikî terörden psikolojik teröre
Türk Milleti’nin kimliği yerine yeni kimlik biçiliyor. Türk Milleti’ni oluşturan alt kimlikler, başlı başına ayrı bir milletmiş gibi takdim edilirken Türklere de dönüp siz de ‘Türkiyeli’ olun deniliyor.
Küresel güçler, zengin ekonomik kaynaklara sahip zayıf ülke toplumlarını çökertmek için askerî işgal yerine, çoğunlukla etnik ve dinci bölücü terör örgütlerini kurguluyorlar. Kendilerine uygun yönetim yapılarını oluşturma konusunda, terör örgütlerinin yarattığı dehşeti ve zararları birer kaldıraç gibi kullanıyorlar.
Terörün asıl amacı, kıyıcı, yakıcı ve yıkıcı saldırıların araçsallığı ile hedef ülke yönetimlerine ve halkına karşı birtakım dayatmalar yapma ortamı hazırlamaktır. Terör olaylarının, kıyıcı ve fizikî yıkımlar üzerinden toplum iradesini değiştirme amacına yönelik psikolojik etkileri de vardır. Bu anlamda, özellikle uzun süreli ve geniş kapsamlı terör olaylarının mutlaka bir psikolojik terör boyutu da bulunuyor.
Terörün psikolojik savaş yönü
Küresel güçler, bölgemizde etnik ve dinci bölücü terör örgütlerini, bölgedeki sınırları değiştirici ve millî devletleri çözücü fizikî saldırılara yönlendiriyor. Travmatik topluluklardan ve yerel insan malzemesinden yararlanarak çok sayıda silahlı militan eğitiyorlar. Terör örgütlerinin yürüttüğü kıyıcı ve yıkıcı fizikî saldırılara paralel olarak siyasal ve etkili iletişim süreçleri aracılığıyla psikolojik savaş teknikleri de kullanıyorlar.
Fizikî terör faaliyetleri ile toplumda korku ve yılgınlık yaratılmak suretiyle normal şartlarda asla kabul edilemez biçimindeki talep ve beklentilerine ortam hazırlıyorlar. Ülkedeki mevcut egemenliğin paylaşımını sağlamak ve sınırları değiştirme amacına yönelik olarak yaptıkları vahşi terör saldırıları ile bütün toplumu anayasa değişikliğine kabule zorluyorlar.
Küresel güçlerin etki ajanı gibi çalışan ve fonlanan bir kısım siyasal partiler, sözde sivil toplum kuruluşları ve medya, ‘demokratiklik’ görüntüsü altında terörün nihai amacına uygun propaganda yapıyor. PKK ve uzantıları ile aynı istikamette birlikte yürüyen kesimler, bir elleriyle yapay ‘havuçlar’ dağıtırken, diğer elleriyle ciddi ciddi ‘sopa’ gösteriyorlar. Sürekli tehditler, hükmedici ve buyurgan bir üslup ile ülkenin vatandaşı değil de işgal kuvvetlerinin temsilcileriymiş gibi bir hava estiriyorlar.
PKK açılımının psikolojik terörü
Türklük, Atatürk ve devletin üniter ve laik yapısı sürekli aşağılanıyor. Türk Milleti’nin kimliği yerine yeni kimlik biçiliyor. Türk Milleti’ni oluşturan alt kimlikler, başlı başına ayrı bir milletmiş gibi takdim edilirken Türklere de dönüp siz de ‘Türkiyeli’ olun deniliyor. Ülkenin bağımsızlığı ve vatanın bölünmezliği için askerlik görevini yerine getiren binlerce Mehmetçik ile binlerce masum insanı sırf toplumu yıldırmak için vahşice katleden teröristler alenen yüceltiliyor. Mahkemelerce hukuken yargılanıp Türk Milleti’nin de vicdanında mahkûm olmuş terörist başının affı ve siyaset yapması biçiminde çok tuhaf görüşler ortalığa saçılıyor. Bu terörist başının adı ve fotoğrafları sıklıkla ekranlara taşınarak toplumun zihnine bir bağışıklık kazandırılmaya çalışılıyor.
İlk PKK açılımında olduğu gibi ikincisinde de bebek katilinin belirli bir meşruiyeti varmış gibi devlet tarafından muhatap alınıyor. Kuryeler gidiyor ve kuryeler geliyor. Terörist başına ne gidiyor bilmiyoruz ama bebek katilinden mektuplar geliyor. Çok açık bir biçimde Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna hukuki zemin oluşturan Lozan Antlaşması’na karşı savaş açtıklarını itiraf ediyorlar. Türk Devletinin mevcut yapısını darmadağın edecek tarzda anayasanın temel maddelerine yönelik şiddetli bir propaganda yapıyorlar.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının sahip oldukları bütün hukuki haklar, ülkede sunulan fırsat eşitliği ölçüsünde kullanılıyor. Uygulamadan doğan haksızlık, eşitsizlik ve tarafgirlik, asla etnik kökenle ilgili olmayıp, yönetici sınıfın aymazlığından kaynaklanıyor. Yönetici sınıfın yönetme tercihinden kaynaklanan bu hukuksuzluk ve haksızlıklar aslında herkesin canını yakıyor. Bu istenmeyen durumları, liyakatli ve adaletli bir yönetim tarzıyla düzeltmek yerine, maksatlı bir mağduriyet algısı yaratılmak suretiyle kendilerine yeni imtiyazlar koparma kampanyası tam bir psikolojik terör estirme hâlidir. Tam bir akıl çelme ve kafa karıştırma esasına dayanan bu psikolojik terör yoluyla aslen Türk Milleti’nin millî hakimiyet hakkı gasp ediliyor.
Yürütülmekte olan PKK açılımının baskın söylemlerine bakılırsa Türk Milleti’nin en doğal ve hukuki hakları sanki bir ödülmüş gibi sunuluyor. Söz gelimi, ‘terörsüz Türkiye’, ‘barış süreci’ ve ‘kardeşlik’ gibi söylemler… Terörün olmadığı bir Türkiye, Türk Milleti’nin en doğal hakkı, her türden yönetici ve siyasetçilerin de en önemli sorumluluğudur. Bir defa, Türk Milleti’nin ve güvenlik güçlerinin onca fedakarlığı karşılığında, bunca cuntacı-sivil, sağlı-sollu, siyasal islamcı- siyaseten milliyetçi birçok iktidarın, kırk yılı aşkın bir süre içinde her türlü terörü bitirmiş olması gerekirdi. Niçin bu kadar uzadı ki? Şimdi çıkılmış, âdeta Türk olmaktan vazgeçin, yeni bir kimlik olarak ‘Türkiyeli’ olmayı kabullenin de terör bitsin.’ deniliyor. Niçin, Türk Milleti’ olarak değil de ‘Türkiyelilik’ olarak dayatılan bu yeni kimlik üzerinden terörsüz Türkiye sağlanmaya çalışılıyor? Oysa, Mustafa Kemal Atatürk ‘Ne Mutlu Türküm diyene’ ilkesiyle böyle bir Türkiye’yi yaratmıştı. Şimdi, siz kimin aklını çeliyorsunuz?
Biz önceden kardeş değil miydik?
Türkiye, birtakım ekonomik ve toplumsal sorunları olmakla birlikte, ‘toplumsal bütünlük’, ‘barış’ ve ‘kardeşlik’ içinde toplumsal kalkınmasını sağlamaya çaba gösteriyordu. Ülkeyi kimler karıştırdı, kalleş ‘keleşler’, el yapımı bombalar ve mayınlarla binlerce insanın canına ve kanına kimler kastetti? Bütün bu vahşetten ve ihanetten sorumlu olanlarda, azmettirenlerde, göz yumanlarda, fiziki olarak teröre katılan teröristlerde, şimdiye kadar hiçbir pişmanlık duygusu ve özür dileme eğilimi bile yok. Hepsi, Türk Milleti’nin karşısında pişkin pişkin sırıtıyorlar. Üstenci ve tehditvari konuşmaları ile kışkırtıcı bir dil kullanıyorlar. Bu arada, ‘barış’, ‘kardeşlik’, ‘demokratiklik’ gibi kavramların arkasına saklanarak Türk Milleti’ne şark kurnazlığı ile pusu kuruyorlar.
Zorla mı sevdireceksiniz?
Kaldı ki, PKK açılımıyla ilgili ortaya konulan sözde çözüm önerilerinin neredeyse tamamı, mevcut anayasal düzene aykırı olması nedeniyle sürekli bir anayasa değişikliğinden söz ediliyor. Âdeta, ‘Fiilî durum anayasaya uymuyor, o zaman gelin hep birlikte anayasayı fiili duruma uyduralım.’ demeye getiriliyor. Her şeyi kendi başına yapmış olmayı tutkulu bir yönetim alışkanlığı hâline getirmiş olan bir siyaset anlayışı, niçin illa da ‘birlikte anayasa değişikliği yapalım’ dayatması içinde bulunuyor ki? Yönetme yetkisi giderek tekelleşirken, niçin sorumluluk diğer taraflarla paylaşılmak isteniyor? Ayrıca, Türk Milleti onurlu bir çözüm olmadığını düşündüğü bir yaklaşımı niçin kabullensin? Hâlâ ülkeye yaptıkları kötülüklerden pişmanlık duymayan terör baronlarını niçin sevmek zorunda olsun ki?
PKK terör örgütü, çok önceden bitirilmesi gerekirken, nihayetinde çok uzun bir süre geçse de yurt içinden sökülüp atılmış ve terörist başı yargılanıp mahkûm olmuştur. Buna rağmen, terör örgütü uzantılarının Türk Milleti’ne karşı birtakım dayatmalarda bulunması, dünya çatışma tarihinin ‘galipler’ ve ‘mağluplar’ ilişkisine tamamen ters bir durum ortaya çıkarıyor. Şöyle ki, sanki bu vahşi terör örgütü yenilmemiş gibi üstenci ve hükmedici bir algı yaratılıyor. Buna karşılık, birtakım siyasetçilerin açıklamaları ve medya kanalıyla Türk Milleti üzerine müthiş bir ‘yenilmişlik psikolojisi’ pompalanıyor.
Bir Türk atasözü, ‘zorla güzellik olmaz’ der. Türk Milleti, küresel kapitalizmin dahili ve harici uzantıları ile tetikçiliğini yapan katil sürüsünü sevmek zorunda değildir ve onların dayatmalarına boyun eğmeyecektir.
Terörle topyekûn mücadele
Her canlı organizmanın hayatta kalma güdüsü ve refleksi olduğu gibi her tüzel kişiliğin ve devletin de kendini her türlü saldırı ve tecavüzden koruyucu sistemleri olmalıdır.
Terörle mücadelede askerî başarı, kanun hakimiyetinin sağlanması bakımından gerekli ama yeterli bir şart değildir. Güvenlik güçlerinin askerî savunmasıyla fizikî terör sonlandırılabilir. Ancak, psikolojik terörle mücadele, yüksek bir hâkimiyet bilincine dayalı etkili iletişim araçlarıyla gerçekleşir. Her türlü dahili ve harici psikolojik savaş saldırılarına karşı hem güvenlik güçlerinin hem de toplumun psikolojisini güçlendirici mücadele yöntemleri gerekiyor.
Kamu yöneticileri ve halk, hukuk, akıl ve ahlak dışı her türlü teklife ve dayatmalara karşı oldukça dirençli olmak zorundadır. Bu bağlamda, terörle mücadele, yalnızca güvenlik güçlerinin mücadelesiyle değil, ayrıca psikolojik mücadele yöntemlerini de içerecek biçimde topyekûn olmalıdır.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.