Şiirleri Elmastan Kıymetli Bir Şair: İldırım Almas

Şiirleri Elmastan Kıymetli Bir Şair: İldırım Almas

Akis Haber yazarlarından eğitimci Çetin Yalçın şiirleri elmastan da kıymetli bir şair: İldırım Almas'ı (Almas Yıldırım) kaleme aldı.

A+A-

Memleket memleket sürülmüş, vatan hasretiyle kavrulmuş bir yürek. Tûran umudunu hiç kaybetmemiş ama milletine “Kara Destan” yazarak onu uyandırmaya çalışan bir ruh…  Hüseyin Cavit, Mikayıl Müşfik, Ahmet Cevat gibi Tûran bayrağını açan şairlerin yol arkadaşı. Son nefesine kadar Azerbaycan’ı sayıklayan, Azerbaycan’ı bahtsız anası olarak gören, şiirleri elmastan da kıymetli bir şair: İldırım Almas (Almas Yıldırım)

Akşam olur kuşlar döner yuvaya,
Benim dönüp konacağım dal hani?
Sabah olur çoban iner ovaya,
Benim kalkıp gideceğim yol hani?

Yaz gelince dağlar duman kuşanır,
Derelerden seller akar, boşanır,
Gönlüm diyor, onsuz nasıl yaşanır?!
Söyler, benim o doğduğum il hani?

Hasret kalıp baharına, kışına,
Sordum onu uçup gelen kuşuna,
Bakma dostum gözlerimin yaşına,
Beni ondan ayıracak kol hani?

Almas Yıldırım, 25 Mart 1907’de Azerbaycan’ın Gala köyünde doğdu. Babası Abdülmuhammet, anası Nisa Hanım’dır. Çocukluk yıllarında herkes onu, dedesinin adı dolayısıyla Almas veya Almaszade olarak tanırdı. Yıldırım’ın babası Hacı Abdülmuhammet önce Şüvelan’a, oradan da Bakü’nün Çemberekent semtine göç eder. Geleceğin hürriyet ve istiklâl şairi artık ailesiyle beraber, bugün Bakü’de Gülistan Sarayı’nın yer aldığı bölgede bulunan evde yaşamaya başlar.

Türkiye’deki resmî kayıtlarda adı Yıldırım, soyadı ise Elmas olarak geçmektedir. Fakat, Türkiye’de uzun süre ‘Şengel’ soyadını da kullanmıştır. Yıldırım, 1914-1915 eğitim-öğretim yılında, Çemberekent’te bulunan 7 yıllık ‘İttihad Mektebi’nde öğrenime başlar. ‘İttihad Mektebi’nde okurken güzel şiirler yazmaya başlayan şair, adı geçen okuldan Farsçayı da öğrenerek mezun olur.

Şair, daha sonra o dönemde öğretmen yetiştiren Abdulla Şaik Adına Numune Mektebi’ne girer. Burada Rusça da öğrenen Yıldırım, bugünkü adıyla Bakü Devlet Üniversitesi Şarkiyat Fakültesi Edebiyat Bölümü’ne kaydolur. Fakat, birkaç ay sonra, ülkesini işgal eden Sovyet yönetimi tarafından ailesinin zengin olması, esarete karşı çıkması, millî düşünceleriyle halkın hissiyatına tercüman olması, Sovyetleri öven şiirler yazmaması vb. sebeplerle fakülteden atılır.

Üniversiteden ayrılan şair, edebî faaliyetlerini Yaşıl Qelemler Derneği, Yaşıl Yarpaq Derneği, Azerbaycan Edebiyatı Cemiyeti, Türk Edip ve Şairleri İttifaqı, vb. cemiyetlerin bünyesinde sürdürür. Azerbaycan’ın Sovyetler tarafından işgal edilmesini kabullenemeyen şair ve yazarların, söz konusu cemiyetler üzerindeki nüfuzunun arttığını hisseden Sovyetlerin özel donanımlı “Devlet Siyasî İdaresi” teşkilâtı çeşitli tedbirler alır. Komünist Partisi tarafından kurulan Azerbaycan Proleter Yazıçılar Cemiyeti hariç olmak üzere bütün edebî cemiyetler kapatılır.

Sovyetlerin kara bulutları başının üzerinde dolaşmaya başlayan şairin attığı her adım takip edilir. Rejim tarafından, Türklere âşık olmak, Türkçü gençler yetiştirmek, Lâtin asıllı Türk alfabesini savunmak, millî edebiyatı devam ettirmek, Tûran’ı hayal etmek vb. sebeplerle suçlanır ve başının sovyet çekiciyle ezileceği ilân edilir. Önce Derbent’e, sonra Kırım’a ve Aşkabat’a sürgün edilir. Aşkabat’ta kurşuna dizilme tehlikesiyle karşı karşıya kalınca orada evlendiği eşi Ziver Hanım’la beraber İran üzerinden Türkiye’ye geçmeye karar verirler.

Gecenin bir saatinde eşi Ziver Hanımla, üç aylık oğlu Azer’i de alıp kaçakçı deve kervanına katılır. Bir müddet sonra kervandan ayrılır. Yalnız başlarına yola devam ederler. Yollarda aç ve susuz perişan olan genç ana baba, üç aylık Azer’i bir kayanın gölgesine bırakıp gitmeyi düşünürler. Bir defasında kundaktaki Azer’i bir kayanın dibine bırakan ana baba birkaç metre ağlayarak yürüdükten sonra geri dönüp yavrularını bağırlarına basarlar.

İran’a geçerken yakalanan Yıldırım’a, ne acıdır ki kaçtığı caninin ‘Stalin’in casusu’, ‘Bolşevik Sovyet casusu’ diye işkence yapılır. Yirmi beş gün boyunca saatlerce soğuk suyun içinde bekletilir. İşkence edilir (Ömrü boyunca burada gördüğü işkencelerin izini taşımış ve böbrek rahatsızlığından vefat etmiştir).  Casus olmadığı anlaşılır ve serbest bırakılır. Yıldırım, İran’da maddî ve manevî büyük sıkıntılar yaşar. Atatürk’ün hür Türkiye’sine ulaşmanın yollarını arar. Sonunda Van’a, oradan da Elazığ’a gelir.

Türkiye Cumhuriyeti, Yıldırım’a kucak açar. Hazar Gölü’nün sıcak insanları onu bağrına basar. Hazar Gölü şaire, çocukluk ve gençlik yıllarını geçirdiği Hazar Denizi’ni hatırlatır. Bunun için sık sık Hazar Gölü’nün sahiline iner, onunla dertleşip hasret gidermeye çalışır. Elmas Yıldırım, Palu’nun Karaca Bucağı/Karacabağ İlkokulu’nda vekil öğretmenlikle işe başlar. Bir süre Palu’nun Karaçor nahiyesinde yani bugün Kovancılar’a bağlı Çaybağı’nda ve şimdiki İmar İskân Müdürlüğü’nde görev yapar. Keban ve Palu ilçesi tahrirat kâtipliği görevlerinde bulunur.

Bir müddet Karabegler’de yani şimdiki Arıcak’ta nahiye müdürü olarak çalışır. Daha sonra Ağın, Hankendi, Baskil’in Aydınlar beldesinde ve Elazığ Merkez ilçeye bağlı Balıbey’de Bucak Müdürü olarak görev yapar. Elmas Yıldırım 1951 yılının ortalarında Tunceli’nin Nazimiye ilçesi Dallıbahçe Bucak Müdürü olarak çalışır. Ölümünden birkaç ay önce Malatya’nın Kale Bucağı Müdürlüğüne atanır. Yıldırım’ın Bakü’nün Gala köyünde başlayan yaşam macerası, Malatya’nın Kale bucağında görev yaparken biter. 14 Ocak 1952’de 45 yaşında Malatya’da ahırdan bozma kirada oturduğu evinde vefat eder. Şairin naaşı, Malatya’nın Sancaktar Kabristanlığı’nda toprağa verilir.

Şair, arkasında gözü yaşlı bir anneyle, çocukları Mehmet Bakühan, Odkan, Aras ve Azer’i bırakır. Ailenin bütün yükü, üniversite tahsiline başlamak üzere olan büyük oğlu Azer’in üzerinde kalır. Aileye, Malatya’nın o zamanki valisi Şefik San sahip çıkar ve her türlü yardımı yapar. Ölünceye kadar Türk’ün istiklâl aşkını terennüm eden Elmas Yıldırım’ın sağlığında İlk Şiirler, Dün Bugün, Dağlar Seslenirken, Azerbaycan Halk Edebiyatından Alınmış Bayatılar, Bayatılar Azerbaycan Halk Mânileri ve Boğulmayan Bir Ses adlı eserleri yayınlanmıştır. Elazığ’da Üzeyir Hacıbeyli’nin “O Olmasın Bu Olsun” operasını kendisi de rol alarak sahneye koyar. Hem Azerbaycan kültürünü tanıtır hem de içindeki Azerbaycan hasretini gidermeye çalışır.

Şairde vatan hasreti o kadar yakıcı ve hüzünlüdür ki maden mühendisi olan oğlu Azer Yıldırım verdiği bir mülakatta babasının güldüğünü hiç hatırlamadığını söyler.

Bir Cehennem olsa da bana, özyurdum, gerek,
Atılırım koynuna sevinerek, gülerek!..

 

Orda bir kaya olsam, yaslansa yâr gölgeme,
Onsuz burda şöhreti, şairliği nedem ben,
Annem beni doğarken kurban demiş ülkeme,
Koyver beni, güzel kız, öz ilime gidem ben!..

 

Lânet şairliğime, şiirime, hevesime,
Nerdesin, ey nazlı yurt, ses ver benim sesime!…”

Bir şairi anlamak, onun şiirlerine nakşettiği duyguları hissetmekle mümkündür. Şairin “Kara Destan” şiiri Türk dünyasının bugünkü halini de anlatır Sovyetlerin Türklere yaptıkları zulümleri de Türk’e Türk’ten başka dost olmadığını da…

 

 

QARA DƏSTAN

Kimsə bilməz Tanrıdağın yaşını,

Duman almış Altayların başını,

Uçurmuşdur başdan dövlət quşunu,

Sərvətinə yüz çevirmiş zaman hey…

Qoca Türkün düşdüyü dərd yaman hey…

 

Dörd bir yana dağılmış Türk soyları,

Sönmüş ocaq, köçüb getmiş boyları,

Dərdli-dərdli axar bozqır çayları,

Saxlar içdən gizli ümid, güman hey…

Qoca Türkün düşdüyü gün yaman hey…

 

Ağ alnına qara yazı yazılmış,

Yaylalarda düyün-dərnək pozulmuş,

Gəlinlərin gur saçları çözülmüş,

Yada qalmış, dilər eldən aman hey…

Qoca Türkün düşdüyü dərd yaman hey…

 

Dağdan-dağa çarpıb getmiş doğanlar,

Qayalarda iz buraxmış al qanlar,

Ordulara buyruq verməz elxanlar

Nərdə qalmış Sədlər yıxan fərman hey…

Qoca Türkün düşdüyü dərd yaman hey…

 

Xarab olmuş Buxarası, Başkəndi,

Matəm tutmuş Səmərqəndi, Daşkəndi,

Kəndi söylər, tökər gözdən yaş kəndi

Nə ozan var, nə yazan, nə şaman hey…

Qoca Türkün düşdüyü dərd yaman hey…

 

Qazan, Başqurd batmış, Qırım sürülmüş,

Mənim çəkik gözlü yarım süzülmüş,

Qonum-qonşum, bütün varım sürülmüş,

Bulunurmu Sibiryada iman hey?

Qoca Türkün düşdüyü dərd yaman hey…

 

Türk elləri bir-birinə yadlanır,

Qazax, Qırğız, Türkmən, Özbək adlanır,

Azəri Türk yanar, içdən odlanır,

Ana yurdun içdən halı duman hey…

Qoca Türkün düşdüyü dərd yaman hey…

 

Orqun çağlar, yatmış ellər ayılmaz,

Tarım çayı doğru yola qoyulmaz,

Hey səslənir Amu-Dərya, duyulmaz,

Sır-Dəryada qalmamışdır dərman hey…

Qoca Türkün düşdüyü dərd yaman hey…

 

Xəzər coşar, xəbər salar Kürünə,

Axıb gedər Kür sürünə-sürünə,

İdil ağlar, Altın Ordu yədinə,

Aral kəndi varlığında peşman hey…

Qoca Türkün düşdüyü dərd yaman hey…

 

Azərbaycan dərd içində doğulmuş,

Sevənləri diyar-diyar qovulmuş,

Ağla şair, ağla, yurdun dağılmış,

Nerdə qopuz, nerdə qırıq kaman hey?..

Nerdə böyük Vətən – nerdə Turan hey!

 

https://www.youtube.com/watch?v=7zvo_QM9b7A

https://www.youtube.com/watch?v=A3ZOhYRcYhw&t=120s

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.