Celalettin MARZ

Celalettin MARZ

Yazarın Tüm Yazıları >

Kocatepe Bozkurtları

A+A-

Bu taarruz, Türk'ün ateş çemberinden çıkışının, özgürlüğüne kavuşacağı günlerin müjdesiydi.

Dünyada sadece çılgın bir komutanın en az onun kadar çılgın bozkurtları ile yaptığı ve yapabileceği düşman kuvvetlerinin en kuvvetli ve en müstahkem mevkiine bir balyoz gibi inerek kendisinden çok daha donanımlı düşman kuvvetlerini çekilmeye hatta kaçmaya zorladığı imha taarruzudur. Bugün bu muhteşem taarruzun 98. yıldönümündeyiz. Hatırlatayım ki gerekli olana her an, 26 ağustos sabahı Kocatepe'den hücum emri bekleyen Mehmetçikler gibi daima ve her zaman hazır kıta beklemekteyiz. O gün Mustafa Kemal'in ordusu öyle bir orduydu ki, 4 gün boyunca 100 kilometreden ziyade bir mesafeyi sadece geceleri yürüyerek katetmiş ve Afyon'un güneyinde konuşlanmıştı. Tam 4 kolordu, 100.000 asker, binlerce at, yüzlerce top arabası… Gündüzleri gölgeliklerde dinleniyor, sonra gece boyu hiç durmadan yürüyordu. Zafere doğru, zafer yolundan yürüyorlardı. Türklerin tek bir kurşunu vardı. Ve o tek kurşunu da bu Büyük Taarruz'da harcayacaklardı. Yoksa dönüşü olmayan bir hezimet milletin direniş gücünü tamamen yok ederdi ki telafisi mümkün görünmüyordu. Büyük Taarruzun planı o güne değin görülmemiş bir risk içeren, askeri literatürde "deli saçması" olarak tanımlanacak bir plandı. Dünya savaş tarihinde daha önce hiç böyle bir imha taarruzu yapılmamıştı ve yapılmayacaktı belki de. Ama Türk milleti buna mecburdu, ani baskın, ivedilikle sonuca gitmek gerekiyordu. İşte 26 ağustos sabahı Kocatepe'den beklenen hücum emri geldi ve Türk topçusu 4 yandan yunan mevzilerini dövmeye, ardından da Mehmetçik akın akın Afyon üzerine akmaya başladı.

Taarruzu hiç beklemeyen düşman hazırlıksız ve şaşkın yakalanmıştı. Akşama varmadan Türk süvarileri Sincanlı Ovasına, piyadelerimiz de Afyon'a girmişti. Düşman şaşkın bir şekilde kaçıyordu. Nereye kadar kaçacaktı?

Vatanı için, milleti için, bayrağı, Kur’anı için savaşan bozkurtlar karşısında ancak 4 gün dayanabildiler ve 30 ağustos günü Dumlupınar'da Anadolu maceralarının sonunu yaşadılar. Bu taarruz bizlere Anadoluyu yeniden vatanlaştırdı.

Ne mutlu o günleri yaşayanlara, ne mutlu o günleri yaşatanlara. Ruhları şad, mekanları cennet olsun. Cümlesinden, Allah razı olsun.

Nihayet 30 Ağustos

19 Mayıs 1919’da başlayan Kurtuluş Mücadelesi, 30 Ağustos 1922’de zafer ile sonuçlanmıştır. Başkomutanlığı Gazi Mustafa Kemal’in yaptığı ordumuz 26 Ağustos 1922’de düşmana karşı taarruza geçerek bir saat gibi kısa bir sürede düşman mevzilerini ele geçirdi. 30 Ağustos günü, çember içine alınan düşman kuvvetleri yok edilirken, elde edilen esirler arasında Yunan Başkomutanı Trikopis’te bulunuyordu. Mustafa Kemal’in önderliğinde yapıldığı için Başkomutanlık Meydan Muharebesi olarak adlandırıldı. Büyük taarruzun başarıya ulaşmasıyla birlikte kaçan düşman askerleri İzmir’e kadar takip edilerek 9 Eylül 1922’de İzmir’inde kurtulmasıyla birlikte düşman tamamen yurdumuzdan temizlenmiştir. Ancak 30 Ağustos Zaferi ile birlikte düşmana karşı taarruza geçilmesi nedeniyle zafer bayramı düşmanın tamamen temizlendiği 9 Eylül değil, 30 Ağustos'ta kutlanır

- Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanmasının ardında Sevr Antlaşması yürürlüğe girmemiş yerine 23 Temmuz 1923’de Lozan Antlaşması imzalanmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti'nin bağımsızlığını sağlayan bu kutlu gün bundan dolayı bu kadar önemli bir yere sahiptir.

Atatürk kazanılan zafer sonrası sözler çok manidardır.

-Memleketimizi esir etmek isteyen düşmanları behemehal mağlûp edeceğimize dair olan emniyet ve itimadım bir dakika olsun sarsılmamıştır.

 

CENNETE AÇILAN KAPI ANALARIMIZ/ Türklerde Kadının yeri ve Önemi

Türklerde ailenin temeli kadındır. Türk kadını ailesinde söz sahibi olmuş ve kocasına daima destek olmuştur. Bu milattan önce de böyle idi. Avrupa, Afrika ve Arabistan'daki kadınlar köle olarak satılırken, Türk kadını her zaman hür ve özgür olmuştur.

Eski Türklerde kadın, ailede söz sahibi olduğu kadar siyasi ve ekonomik ilişkilerde devlet yönetiminde de söz sahibi olmuştur. Kadınlar kılıcını iyi kullanır, ata biner ve güreşirlerdi. Kadınlar savaşa da katılırlardı. Bu yazılanları okuyanlar benim ırkımı yücelttiğimi düşünebilirler. Fakat bu yazılanlar tarihi gerçeklerdir ve size bunların tarihi kaynaklarını da sunacağım.

Bir Türk atasözü şöyle der: “Birinci zenginlik sağlık, ikinci zenginlik iyi kadındır”. Türklerin kadınlara çok değer verdiğini söylemiştik. Bunu eski Türklerin tek eşli oluşlarından da anlayabiliyoruz. Yani Türk erkekleri, bir kadınla evlendiklerinde

ikinci bir kadın almazlardı. Hun Türkleri döneminden beri kadın erkek ayrımı yapılmazdı.

Hunlarda, kadın erkeğin tamamlayıcısı olarak kabul edilir ve onsuz hiçbir şey yapılmazdı. Hatta öyle ki, Kağan'ın emirnamelerinde "Kağan buyruğu" ifadesi yalnız yer alır ve Kağanın hatununun adı kaydedilmezse o emirname geçerli sayılmazdı. Yabancı ülke elçileri sadece kağanın huzuruna çıkmazlardı. Elçilerin kabulü sırasında hatunun da kağanın yanında olması mutlak kural idi.

Göktürk ve Uygurlarda da kağanın hanımı hatun, devlet işlerinde kocası ile birlikte söz sahibi olmuştur. Tıpkı Hunlarda olduğu gibi, emirnameler yalnız kağan adına değil, "Kağan ve Hatunun namına" şeklinde ibare ile birlikte imzalanırdı. Kadın, aile içinde de daima yüksek söz sahibi olmuştur.

Dünyada Kadına Verilen Değer

Öncelikle İngilizlerle başlayalım. İngiltere'de XI. Yüz yıla kadar erkekler karılarını satabilirlerdi. Hıristiyanlar ise kadına şeytan gözüyle bakıyorlardı. Yine İngiltere’de, kadın pis bir varlık sayıldığı için incile el sürmesine izin verilmezdi. Kadınlar incile dokunabilme hakkına Hanri döneminde (1509-1547) sahip oldular.

Çinlilerde kadın insan sayılmaz ve isim dahi verilmezdi. Kız çocuklarına da ad verme gereği duymaz, bir iki üç şeklinde çağırırlardı. Hayatı boyunca bir adamın yönetiminde yaşamak zorundaydı. Kadın hizmetçi sayılır, kocası ve çocukları ile aynı sofrada oturamazdı.

Farslarda kadın erkeğe itaat etmek zorunda kalırdı. Bir erkeğin birden fazla kadınla evlenmesi normal karşılanırdı. Sasani İranında Farslar, kan bağının nikaha mani olmaması nedeni ile anne ve kız kardeşleriyle evlenebildikleri gibi, bu konuda teşvik edilirdi.

Arapların cahiliye döneminde kız çocuklarının toprağa diri diri gömülmesi tarihi bir gerçektir. Kız çocuğa sahip olmak şerefsizlik olarak görülürdü. Budizm'in kurucusu Buda, ilk zamanlar kadınları dine kabul etmemiştir. Eski Yunanlarda da kadının bir değeri bulunmazdı. Kadın, tıpkı bir eşya gibi alınıp satılır ve miras olarak bağışlanabilirdi.

Slavlarda (Ruslarda) kadın eşya olarak kabul edilir ve bu olay Zodruga şeklinde adlandırılırdı. Slav ailesindeki çocuklara da esir gibi bakılırdı. Ruslar, kocası ölen kadını da kocası ile birlikte gömerlerdi. Rus hükümdarlarının, yakın adamlarının gözü önünde halktan cariyelerle ilişkiye girmesi normal karşılanırdı.

Velhasıl, farklı milletlerde kadınlara verilen değeri sizlerle paylaştım. Şimdi net olarak, Türk milleti kadar kadınlarına değer veren ikinci bir milletin olmadığını vurgulayabiliriz.

Ancak gittikçe Araplaşma eğiliminde ki toplumlarda yaygınlaşan kanaate bakılırsa maalesef, "kadının varlığına katlanamayan bir zihniyetin hakimiyeti bulunmaktadır. Bu topluluk, elbette onun yazmasına, okumasına, düşünmesine de karşıdır." Zira cehaletin en büyük korkusu kadındır. Çünkü kadın öğrenirse çocuklarına da öğretir. Bilen çocuk, öğreten anne olursa ataerkil hakimiyet yaralanır.

BÜYÜMEME HAKKIM OLSAYDI

*Her şeyin “yeni” ve “ilk” olacağı bir dünyada yaşamaktır çocukluk.

O kitapları okumamış olmak, o filmleri görmemiş, o besteleri hiç duymamış olmak. Çocukluk kafayı yormamak, sorumlu tutulmamaktır. Aslında olanları anlamamak gibi güzel tarafları barındıran sınırsız özgür olma halidir.

 

*Düşünüyorum da biz, büyüyerek çocukluk etmişiz. *Bir gün çok zengin olursam, çocukluk satın alacağım. Büyüklük sizde kalsın. *Ben sadece çocukluğumda hiç bir şey düşünmeden uyuduğum geceleri özlüyorum... *Çocukluğumu özlüyorum. Yara bere içindeki dizlerimi, pamuk helva yapışmış suratımı, elma şekeri bulaşmış ağzımı, yaramazlık yaptığımda annem görmesin diye saklandığım o kapı arkasını. Oysa hayat, çoktan sobeledi beni. *Biz de ter içinde oynadık sokaklarda. Düştük, bizim de yaralandı dizlerimiz. Üfleyince geçiyormuş meğer, tüm yaralar... *Bir sabah uyandığımda kapıyı çalan çocukluğum olsa ve hep bizde kalsa... Gökler maviydi çocukken, yaşadığım yerde hayallerim pembeydi. Şimdi o renkler nerede?

*Eskiden sadece dedeler, nineler söyler sanırdım. Sonra annemler de başladılar. Bi fark ettim ki artık ben de söylüyorum yaşlanıyorum galiba.

 

Yukarıda yapılan tanımlamalar, yaşanılan duygu yoğunluğu hep çocukluğa özlemi, ilerleyen yaşlarda ki pişmanlığı ifade eder. Doğrusu çokta yersiz sayılmaz değil mi? Herkeste çocukluğa dönebilme, hayata çocuk olarak yeniden başlayabilme hayalini taşır. Mesela ben öyleyim. Ya siz?

KİM NEDEN VE NEYE KARŞI DURUYOR?

Son günlerde yaşananlara bakılırsa kimin aslında niyeti nedir, neye hizmet etmektedir, neden her şeye karşı olan bir zihniyet vardır kolay izah edilebilir değil. Türkiye’nin Karadeniz açıklarında bulduğunu söylediği doğal gaz rezervlerinin ardından yaşanan karmaşa bunun en güzel örneğidir. Eleştirileri yapanlara göre, yok efendim aynı kuyu 8 sene önce de bulunmuştu. AKP hükümetleri dönemin de, 11, 17, 23… kere kuyu bulundu iddiası ortaya atıldı ancak daha gaz üretimi yapılamadı denilmektedir.

Öncelikle Milli açıdan bakıldığın da bu durum ancak bizlere gurur vermesi gerekmez mi? Her şey bir tarafa söylendiği kadar gaz bulunmamış bile olsa bu bizim ilk denememizdir. Bir arpa boyu yolun alınacak olması, cari açığın bir nebze olsun kapatılacak olması, tamamen Devletimiz tarafından işletilecek olması birilerinin neden zoruna gidiyor ki?

Yapılan bu çalışmaların en hafif nitelemeyle küçük görmek, destek olmamak bizlere ne kazandıracak, bunun muhasebesini iyi yapmak gerekir. Bu nedenle bir kısmı dış bağlantılı işbirlikçi kesimler için söylenecek en güzel söz; Pirincin içindeki siyah taşlardan değil. Asıl beyaz taşlardan kork.

Türkiye bulunduğu coğrafya da hangi saha da girişimde bulunsa, atılım yapacak konuma gelse içeriden ya da uluslararası güçlerden engellemelere maruz kalmaktadır. Milli Menfaatlerimiz söz konusu olduğun da daha cesur adımlar atabildiğimiz ölçüde, yeraltı ve yerüstü zenginliğimizi ekonomimize aktarabildiğimiz ölçüde Dünya siyasetinde söz sahibi olabileceğimiz unutmamak gerekmektedir.

DİPNOT:

Yakında okullarımız sanal ya da yüz yüze olarak açılacaktır. Yavrularımızın ve toplumsal sağlığımız için tedbirlere sadık kalalım. Bu illetten en az hasarla kurtulmak bizim elimiz de. Sağlıklı, huzurlu ülkü dolu günler diliyorum.

Bu yazı toplam 4040 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.