KOLTUK
Belediye binasının dördüncü katındaki o kahverengi deri koltuk, yirmi yıldır aynı kişiyi taşıyordu. Yer yer yıpranmış, bazı köşeleri çatlamıştı ama hâlâ dimdik duruyordu. Sanki yılların yükünü omuzlamaya değil, sırtını almaya ant içmişti.
Başkan Halim, her seçim sabahı aynı ceketi giyer, aynı kravata nazikçe dokunur, ardından kameraların karşısına geçip aynı cümleleri söylerdi:
“Bu halk bize teveccüh gösterdi.”
Oysa halkın bir kısmı sandığa bile gitmemişti. Gidenlerin bir kısmı protesto oy kullanmış, bir kısmı da hâlâ Halim Bey’in babasının zamanından kalma, yıllardır tahsil edilemeyen borçlarının faizini su faturasında ödüyordu. Ama olsun. Halim Bey kazanmıştı ya, mesele bitmişti.
Belediye çalışanları için Halim Bey artık bir “mobilya” gibiydi. Kalemlik gibi, dosya dolabı gibi. Hep oradaydı, hep aynı yerdeydi. Her gün aynı saatlerde gelen çayı, aynı şekilde karıştırır, “Bu milletin boğazından ne geçiyorsa, bizimkinden de o geçmeli,” derken, yanındaki sekretere, ballı badem kurabiyeleri uzatırdı.
Sekreter Zeynep Hanım, yıllardır bu koltukla Başkan arasında bir bağ olduğuna inanırdı. “Koltuk başka birini kabul etmez,” derdi fısıltıyla. “Yalnızca Halim Bey’in oturuşunu tanıyor. O vücutla uyumlanmış. Başka biri otursa belki sırtı tutulur.”
Zamanla bu inanç belediyenin koridorlarına yayıldı. Yeni gelen müdür yardımcıları, koltuğa gözlerini dikip hafif bir saygı eğilmesi yapmadan geçmez oldu. Koltuk da sanki kibirle karşılık veriyordu onlara: “Ben buradayım. Sen geçicisin.”
Bir gün Halim Bey hastalandı. Yüksek tansiyon, şeker, kalp ritmi derken, doktorlar onu hastaneye yatırdı. Koltuk ilk kez boş kaldı. Belediye meclisi toplanıp ne yapacaklarını konuştu. Herkesin aklında tek soru vardı:
“Koltuk kime kalacak?”
Adaylar hızla çıktı ortaya. Mahalle bakkalı Rıza, “Ben yıllardır deftere yazıyorum, şimdi sırayı devletin defteri aldı,” dedi. Emekli öğretmen Meryem Hanım, “Ben bu şehre hem bilgi hem vicdan kazandırdım,” diye konuştu. Genç mühendis Barış ise yenilikten, teknoloji belediyeciliğinden, dijital dönüşümden bahsetti.
Halk ilk kez heyecanlandı. Belki de değişim olacaktı…
Seçim günü geldi. Sandıklar kuruldu. Oylar sayıldı. Ve sonuç açıklandı:
Kazanan yine Halim Bey.
Nasıl mı?
O gün Halim Bey hastaneden canlı yayın yaptı. Sol kolunda serum, yüzünde oksijen maskesiyle:
“Değerli halkım… Yoğun bakımda da olsak, iradeniz bizimle. O koltuk kutsaldır. Gerekirse serumla bile hizmet ederim.”
Ve halk… yine inandı.
Ertesi sabah belediye binasına tekerlekli sandalyeyle geldi. Asansörler çalışmıyordu ama dört personel koltuğa kadar taşıdı. Koltuk öyle bir karşıladı ki onu, sanki yıllardır sahibini bekleyen bir sadık hayvan gibi.
Sekreter Zeynep Hanım, gözyaşlarını silerken dayanamayıp fısıldadı:
“Başkanım… Bu koltuk artık size değil, siz bu koltuğa bağlısınız.”
Halim Bey güldü.
“Evladım,” dedi, “bazı koltuklar kişiye değil, kişiliklere biçim verir. Artık koltuk ben olmuşum, ben de koltuk.”
Ve o gün bir şey oldu: Koltuk gıcırdamadı.
Onca yılın ardından ilk kez… sessizdi.
Kabullenmişti.
Çünkü bu ülkede bazı koltuklar yalnızca oturulmak içindir.
Değiştirilmek için değil.
Sorgulanmak için değil.
Boş kalmak için asla değil.
ARALIK 2024
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.