KÂĞIT UÇAK
Pandeminin üçüncü ayında balkonlar, dış dünya ile kurulan en güvenli sınır haline gelmişti. Zehra içinse balkona çıkmak, sadece güneşi görmek ya da kuş seslerini duymak değil; dünyayı hâlâ kontrol edebildiğini hissetmenin tek yoluydu.
Her sabah kahvesini alır, aynı saate balkonundaki sandalyeye otururdu. Zamanın akmadığını düşündüğü bu yeni düzende, herkesin hareketleri bir tür ritüele dönüşmüştü. Alt komşusu hâlâ çamaşır asıyor, karşı binanın dördüncü katındaki kadın çiçeklerine konuşuyor, sağdaki küçük çocuk ise elindeki tabletten kafasını kaldırmadan dünyaya sessizce direnmeyi sürdürüyor gibiydi.
Zehra için günler birbirine benziyordu. Ne çalışıyordu ne de biriyle konuşuyordu. Kitaplara bile ilgisi kalmamıştı. Bir zamanlar dolup taşan yapılacaklar listeleri şimdi bir çekmecede tozlanıyordu. Yalnızlık, sadece kalabalıkların eksikliği değilmiş meğer; insanın kendine bile yabancılaşması da varmış içinde.
Bir sabah, balkona çıktığında yerde bir şey fark etti. Balkon mermerinin kenarında duruyordu. Küçük, kıvrılmış bir kâğıt parçası… Uçak şeklinde katlanmıştı. Rüzgârla savrulup onun balkonuna düşmüş olmalıydı. İlk anda çocuksu bir şaka sandı, sonra merakla aldı eline. Kağıdı yavaşça açtı.
İçinde titrek bir yazıyla yazılmış birkaç satır vardı:
“Annem hastanede çalışıyor. Bazen korkuyorum. Ama gülümsemeye çalışıyorum. Siz de gülümseyin olur mu? Belki pandemi geçer.”
Altına bir çocuk resmi çizilmişti. Kocaman gözlü, kırmızıya boyanmış ağızlı bir yüz…
Zehra’nın gözleri bu çizime uzun uzun takıldı. İlk anda fark etmese de, yüzündeki kaslar hafifçe yukarı kıvrılmıştı. Gülümsüyordu.
Kim bu çocuk? Karşı apartmanın dördüncü katında yaşayan mıydı? Belki de o her gün sessizce balkona çıkan, kendini oyunlara kaptırmış halde izlediği çocuktu. Annesi hemşire ya da doktor olmalıydı. Belki de günlerdir evde yalnızdı. O küçük notun arkasında ne kadar büyük bir cesaret gizliydi. Ve ne kadar çok anlam…
Ertesi sabah, Zehra ilk kez bir şey yapmak için yerinden kalktı. Temiz bir A4 kâğıdı aldı. Bir uçak yapmaya başladı. Ellerinin pasını siler gibi dikkatle katladı kâğıdı. Sonra içine bir not yazdı:
“Gülümsemeye çalıştım. Sanırım oldu. Annenle gurur duymalısın. Bu mahalle onun sayesinde nefes alıyor.”
Altına minik bir kalp çizdi. Sonra derin bir nefes alıp balkon kenarına geçti. Gözleriyle karşı binayı taradı. Dördüncü kat… Evet, çocuk oradaydı.
Uçağı attı. Kısa bir süre havada süzüldü, sonra aşağı sokağa düştü. Çocuk gözleriyle onu takip etti. Ardından hızla aşağı indi. Zehra, balkondan izliyordu. Çocuk kâğıdı aldı, açtı, okudu. Sonra başını kaldırdı. Gülümsedi ve el salladı.
O an Zehra’nın gözleri doldu. Küçük bir çocuğun, kâğıt bir uçakla ona verdiği umut, içindeki sisleri dağıtmaya başlamıştı.
O gün, uzun zamandır ilk kez radyoyu açtı. Mutfakta yemek yaptı. Perdeleri yıkadı. Sandalyeye oturup kahvesini içerken, kendi kendine konuşmaya başladı. Kimi zaman çocukluğunu hatırladı, kimi zaman annesini. Ve akşam olup balkon lambası yandığında, yine karşıya baktı. Çocuk da oradaydı.
Ertesi sabah bir başka uçak daha geldi. Bu sefer kısa bir not:
“Bugün annem gece nöbetine gidecek. Yine yalnız kalacağım ama artık o kadar korkmuyorum. Çünkü sizi tanıyorum.”
Zehra kâğıdı göğsüne bastırdı. Sanki kalbi yeniden hatırlamıştı nasıl atacağını.
Bazen umut büyük şeylerde saklı değildir. Bazen hayat, bir çocukla kurulan kelimesiz dostlukla yeniden başlar. Ve bazen insan, en çok bir çocuğun elinden tutarak kendine döner.
( Haziran 2020 )
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.