Ercan ÖZTÜRK

Ercan ÖZTÜRK

Köşe yazarı
Yazarın Tüm Yazıları >

Yakup Efendinin Fadimesi

A+A-

Resim önizlemesi

Ercan Öztürk Yakup Efendinin Fadimesi'ni Yazdı

Fadime aynanın karşısına oturdu. Göğsüne kadar inen ıslak saçlarının arasına tarağını daldırıp, çıplak tenine düşen serin damlaları umursamadan yavaş yavaş taramaya başladı. Yakup’un son gelişinde -bu bir ay önceydi- çiçeğe durmuş goncalar gibi dediği göğüslerine baktı. Yüzünde, sağ yanağının altındaki gamzeyi daha da belirginleştiren mahcup bir gülümseme oluştu. Yakup bu lafları yanında çalıştığı mühendisten öğreniyordu.

Daha iki yıl öncesine kadar köyde ırgatlık yapıyordu Yakup. Köyün hemen alt tarafından geçen Dalaman Çayı üzerine baraj inşaatına başlanınca, biraz da şansı yaver gitmiş orada sigortalı iş bulmuştu. Şantiye şefi mühendis Yıldırım’ın ayak işlerine bakıyordu. Mühendis, bazı günler bilgisayarına sevdiği kadınla ilgili yazılar yazardı. Yakup da, yazarken kendinden geçen mühendise çaktırmadan yazdıklarını okur, hoşuna gidenleri ezberlemeye çalışırdı. Bir keresinde mühendis bilgisayarını açık unutup baraj sahasına indiğinde, çok hoşuna giden ama ezberleyemeyeceği kadar uzun olan bir yazıyı, hemen orada bulduğu boş çay kutusu kâğıdının üzerine yazmıştı. O haftanın sonunda köye, Fadime’sine geldiğinde, “gece uykuya dalarken aklımda sen oluyorsun. Sabah uyanınca bakıyorum, gitmemiş oluyorsun. Yıllardır böyle. Sanki aklımda misafir değil, ev sahibisin.” demişti. Bunun üzerine Fadime, Yakup’a sıkıca sarılmış, uzun uzun öpmüştü.

On yıldır çocuk özlemi çekiyordu Fadime. Anne olmanın güzelliğine varmak, kendisinin çocukluğunda yaşamadığı anne sevgisini çocuğuna yaşatmak istiyordu. Canını en çok yakan şeydi annesiz büyümek. Anne olmayınca çocuklar kaç yaşında olurlarsa olsunlar hemen büyüyorlardı. Fadime beş yaşında büyümüştü. Nedenini bilemedikleri bir hastalık yüzünden annesini kaybedince, evin, ev değil artık dört duvar olduğunu ta o zaman yaşayıp öğrenmişti.

Gündüzleri izlediği programlarda, kendileri gibi çocuğu olmayan birçok ailenin doktora gidip çocuk sahibi olduklarını görmüştü. Yakup’a bir doktora gitmeleri gerektiğini ilk söylediğinde de, son söylediğinde de hep aynı cevabı almıştı: “Allah bilmiyor mu bizim çocuk sahibi olmak istediğimizi Fadime’m, zamanı gelince verir.” Böyle önemli bir konuda Yakup’un bu kadar duyarsız davranmasının nedenini anlayabiliyordu. Çünkü bir kusur varsa, bunun kendinde çıkmasından korkuyordu Yakup. Fadime ise her ne olursa olsun bununla yüzleşmeleri gerektiğini düşünüyordu. Amaç kusur bulmak değil, çocuk sahibi olabileceklerse bunun yollarını aramaktı. Belki de tüm korkuları boşu boşunaydı, kim bilir.

Tarağı çıplak dizlerinin üzerine bırakıp, beyaz ince boynunu kınalı avuçlarının arasına aldı. İki gecedir uyku girmeyen yorgun gözlerine baktı. Gözlerinde; korku, merak ve heyecan vardı. Tıpkı yıllar önce bu aynaya ilk baktığında gördüğü gibi. O zaman babasının ve kardeşlerinin karşı çıkmalarına rağmen, bir sefer düğünün birinde oynarken gördüğü Yakup’u,

daha sonra evlerinin önündeki ceviz ağaçlarını aşılamaya geldiğinde daha yakından görmüş; dalgalı saçlarından -o zaman öyleydi- kahverengi gözlerinden ve bir kırbaç gibi kıvrılan vücudundan çok etkilenmiş, bir hafta sonrada güpegündüz kaçıp gelmişti. O gün bu gündür ne babası ne de kardeşleri bağışlamışlardı onu. En son geçen bayram barışmak için tekrar şansını denediğinde, babası elini gene vermediği gibi, “çulsuzun birine varmış kızım yok benim” demiş, sonra da sanki Fadime hiç orada değilmiş gibi davranmıştı. Babasının onu hala bağışlamamış olmasının verdiği moral bozukluğu ile öğle sıcağının altında söylene söylene evine gelmesi neredeyse bir saati bulmuştu. Alcı küçük bir köydü ama köyde yaşayan insanların ataları ilk bu köye yerleşirlerken, herkes en büyük tarlası neredeyse evini oraya yaptığı için çok dağınıktı. Yan yana iki ev göremezdiniz. Zaten Fadime’nin en yakın komşusu Ayşe yenge ile aralarında iki dönüm tarla vardı.

Bu evde geçen yıllarını düşündü Fadime. Başlarda, uzun geceler boyu geleceğin getireceği sevinçleri hayal ederken, zamanla bu sevinçlerin yerlerini hüzne ve yalnızlığa bıraktığını. Köylülerin evlerinde horul horul uyuduğu, paralarını saydıkları veya yatakta birbirlerine dolandığı zamanlarda kendisinin evde yalnız başına uykusuz geceler geçirmesini düşündü. Yakup’un sık sık kendisini çok sevdiğini söylemesini düşündü. Ama Fadime’ye göre sevgi; sevdiğinin yanında olmaktı. Onunla çokça vakit geçirmek, gülüp eğlenmek, bir işi ortaklaşa yapmaktı. Sevgi; sevdiğini söylemek değil, bunu hissettirmekti.

Fadime tüm zamanını televizyonda başkalarının hayatlarını izlerken, kendi hayatını yaşamayı unuttuğunu düşündü. Hayat yanı başından akıp giderken kendisinin birbirinin aynı günleri yaşadığını ve hayatı sadece izlemekle yetindiğini düşündü. Her şeyin zıddıyla var olduğunu düşündü. Sevap varsa günah, sevgi varsa nefret, mutluluk varsa üzüntü ve kavuşma varsa ayrılık vardı.

Başını çevirip yalnızlığında ona eşlik eden, salonun duvarı boyunca sıralanmış çiçeklerine baktı. Bazen çok sevdiği çiçeklerden birini saksısıyla dizlerinin üzerine oturtur, bir insan belini kavrar gibi, çiçeği parmakları arasına alır, başlardı içini dökmeye. Bazen de -şimdi olduğu gibi- saatlerce aynada kendine bakar, derin düşüncelere dalar ve kendiyle konuşurdu. Konuşmalarının çoğunda kötü kaderine kızar, sonra da bunun kendi tercihi olduğu aklına gelince tövbe ederdi. Şimdi ise kaderine kızmak aklına gelmedi. Kaderim böyleymiş diye sızlanmak yerine, kaderinin dizginlerini eline alıp, yol ayrımlarında atını istediği yöne sürebileceğini düşündü. Hayatını, artık başkalarının hayatlarını izlemekle geçiremezdi. Kendi de bu hayatın içinde olmalıydı. Çünkü yaşam insana verilmiş bir ödüldü ve bu ödülü heba etmemeli, gençliğini, güzelliğini yalnız yaşayarak geçirmemeliydi.

Aynanın önünden kalkıp, bayramlık elbiselerini hızlıca giydi. Diğer giysilerini ve bir iki öteberisini koyduğu valizini alıp pencereden, Ayşe yenge dışarıda mı diye onun evinin olduğu yöne baktı. Giderken, zehirli diliyle insanı arı gibi sokan bu uğursuz kadınla karşılaşmak istemiyordu. Daha bahar başında bahçeye domates, biber fidanları dikerlerken çitin yanına kadar gelmiş, Yakup’a “çok çalışıyon amma elde avuçta babadan kalma evle Fadime dışında bir şey yok” demişti. Yakup ise başını bile kaldırmadan “nasılsa bir gün alırız çalışmamızın karşılığını Ayşe yenge” dediğinde, “ah oğul, hayat göründüğü kadar adil değildir. Sen gene de dikkatli ol, fakirin karısı güzelse zenginin biri onu da elinden kapar” demiş, kinayeli bir şekilde Fadime’ye bakmıştı. Geçen gün de bir çanak yemek getirdiğinde “gız ne olacak gari böyle yalnız yalnız” diyerek, kendince Fadime’nin ağzını yoklamıştı.

Ayşe yengenin dışarıda olmadığını görünce, aynada yazmasını düzeltip, yalnızlık kokan salona son kez baktı. Her şeyin bir sonu olduğunu düşündü. Ve her sonun yeni bir başlangıç olduğunu! Bu aşk da buraya kadardı. Kapıyı çekip anahtarı ağlayan çiçek saksının içine bıraktı.

Ana yolun hemen üzerinde Sarıların İsmail’in evinin olduğu yöne baktı. Kapının önünde sigarasını derin derin içine çekip ağzından sis bulutu gibi dumanlar çıkaran İsmail’i gördü. Eli ayağı dolandı Fadime’nin.

İsmail yıldızsız gecelerde Fadime’nin bahçesine gelir, erik ağacının koyu karanlığına saklanır, pencere kenarında oturan Fadime ile sohbet ederken, bir kadının mahremiyetine girme iznini almanın muhteşem hazzını yaşardı. İsmail’e göre Fadime inci tanesiydi. Yakup gibi cahil ve kör birinin onun kıymetini bilmesi mümkün değildi. Onun kıymetini ancak kendisi gibi bir tüccar bilebilirdi. Fadime ise İsmail’in geldiği gecelerin sabahında erkenden kalkar, bahçeye girip İsmail’in ayak izlerini düzlerdi.

Fadime kahvehanenin olduğu tarafa bakmadan, elinde valiziyle nefes nefese hızlı adımlarla bir solukta varıp İsmail’in açtığı kapıdan içeriye girdi.

* * *

Yakup aradığında Fadime, Sarıların İsmail ve bu yıl ortaokulu bitiren büyük kızı Iraz sofraya yeni oturmuş akşam yemeği yiyorlardı. İsmail’in diğer üç çocuğu sabah anneleriyle birlikte geriye dönmemek üzere büyükbabalarına gitmişlerdi.

Gözü İsmail’de, eli titreyerek açtı telefonu.

Yakup,

“Nasılsın Fadime’m” dedi, heyecanlı bir şekilde.

Lokması boğazında kaldı Fadime’nin. Yutmaya çalışıyor yutamıyor, çıkarmaya çalışıyor, çıkaramıyordu. Zorlanarak,

“İyi” diyebildi.

“Seni çok özledim Fadime’m.”

Fadime’nin bir şey söylemesini bekledi Yakup. Hiç ses gelmeyince,

“Yarından sonra geleceğim, sana da çok güzel bir haberim var. Duyunca beni daha çok seveceksin. O kadar mutluyum ki Fadime’m, bana kaçıp geldiğin gün gibi mutlu.”

Yakup, yeni konuşmaya başlayan çocuklar gibi peltek konuşuyordu. Sarhoş olabileceğini düşündü. Sonra da içki içmediği aklına gelince bu düşünceyi hızla kafasından uzaklaştırdı Fadime. Kendisine öyle geliyor olabilirdi. Öbür taraftan Yakup’un vereceği güzel haberin kendisi için artık bir anlamı olmadığını düşündü.

Yakup, Fadime’nin bir şey demesini bekledi gene. Sonrada onun bazı günlerde olduğu gibi keyfinin yerinde olmadığını düşünerek fazla uzatmadı konuşmayı.

“Senin söyleyeceğin bir şey var mı Fadime’m” dedi.

“Yok” dedi cılız bir sesle.

Ne söyleyecekti ki Fadime. Söyleyeceklerini yıllarca söylemişti. Yakup bunu anlamadıysa ne yapabilirdi. İsmail ona ilk asılmaya başladığında, gidelim buralardan Yakup’um, Denizli’ye gidelim demişti. Orada bir iş bulur çalışırsın, yok çalışmak istemezsen ben çalışırım. Biliyorsun çok temiz ve titiz biriyim, temizliğe gider, apartmanların merdivenlerini yıkar, kazandığım parayla bakarım sana demişti. Hem de kaç kez. Yakup ise her seferinde, zamanında pamuk ağası babama çok demiş. Yerleş buraya, Aydın güzel şehir, ne iş yapacaksın köye dönüp de diye. Babam bile yerleşmemiş, bizim ne işimiz var şehirde demişti.

“Salı gününü iple çekiyorum, ben gelinceye kadar kendine iyi bak Fadime’m” dedi, telefonu kapatırken.

Yakup, Fadime’ye bundan böyle hasretlik çekmek zorunda kalmayacaklarını, Yıldırım mühendisin kendisine de iş ayarladığını, artık onun da sigortalı bir işi olacağını söylemedi. Bunu geldiğinde söyleyip, Fadime’nin yüzündeki mutluluğu görmek istiyordu.

“Tamam” dedi Fadime, gene cılız bir sesle.

Sonra sofradan kalkıp ayaklarını altına çekerek koltuğun ucuna oturdu. Ağustos sıcağında, zemheride çıplak kalmış gibi titredi. Bal rengi gözlerinde, solmaya yüz tutmuş papatyaların hüznü vardı. Yemeğini bırakıp onu meraklı gözlerle izleyen İsmail’e,

“Salı günü gelecekmiş” dedi.

“Gelsin, ben konuşurum Yakup’la. Gerekirse onun boşanma masraflarını da üstlenirim. Sen hiç evden çıkma. Bir daha aradığında da telefonunu açma. Denizli’deki kiracı hafta sonu boşaltacak evi. O boşaltsın, sonra biz gider yerleşiriz. Ben orada işlerimi daha da büyütürüm.”

Kendisinin boğulduğunu hissettiği bu küçük yerden yakın zamanda gidecek olmaları biraz olsun içini rahatlatmıştı Fadime’nin. Çünkü o Yakup gibi, kendini bu köye ait hissetmiyordu. Hem böylece Yakup’u bir daha görmek ve günahıyla yüzleşmek zorunda da kalmayacaktı.

“Tamam” dedi Fadime.

İki gün sonra, Yakup’un, yolun kenarından gelen bağırmasını duyunca, televizyonun sesini iyice açtı Fadime. Pazar akşamı yaptıkları konuşma sonrası telefonunu kapatmıştı. Bakkala kek ve gazoz almaya giden Iraz’ı beklerken izlediği gelin kaynana programında, gelinin mi yoksa kayınvalidenin mi haklı olduğunu karar vermeye çalışıyordu. Yakup, “Fadime’m sana bir müjdem var ne olursun çık bir dışarıya, göreyim seni” diye bağırmaya devam ederken, Fadime bunları duymuyor, hiçbir şey düşünmüyor sadece, fazla makyaj yapmış yaşlı kadının, oğluna iyi bakmadığını düşündüğü gelinini azarlamasını izliyordu.

Bir süre sonra televizyonun sesini kıstığında, Yakup’un da bağırması duyulmaz olmuştu.

Merdiven basamaklarını atlaya atlaya eve çıkan Iraz, kapıyı çarparak içeriye girdi.

“Fadime abla, kocan kendini öldürmüş ya” dedi, hızlıca.

Bir anda ayağa kalkan Fadime, başının değirmen taşı gibi dönmesini umursamadan elleriyle dizlerine vurmaya başladı. Televizyon kumandası dizinde parçalandı. Gözlerinden yaşlar dökülürken nerede olduğunu bilemedi bir süre. Dünya göçüyor sandı. “Yakup’um” dedi. Sonra kendini attığı divanın üzerine uzanınca bayıldı.

Bu arada Iraz çoktan elindekileri mutfağa bırakıp salona geçmiş, olup bitenleri evden izlemek için pencere kenarındaki yerini almıştı.

Bu Öyküyü Yazan Acıpayam Gölcük Eski Belediye Başkanı Ercan ÖZTÜRK

Bu yazı toplam 28835 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
7 Yorum